İçeriğe geç

Köklere Dönüş Yazılar

Temizle O Dolabı

Kategori: 🖤

Yıllar önce, hastalığının iyice ağırlaştığı bir dönemde annesi hastaneye kaldırılan bir kadın, bir haftayı annesinin başıda hastanede geçiriyor. Bu süre zarfında da diğer hasta yakınları ile ortak bir buzdolabı kullanması gerekiyor yiyecek içeceklerini saklamak için.

Aldıklarını buzdolabına yerleştirmek üzere kapağı açtığında buzdolabının çok pis olduğunu görüyor. Ton ton lekeler, çeşit çeşit kokular sarmış dolabı. Söylenerek, aldıklarını dolaba koyuyor. Buzdolabından her bir şey almaya gittiğine söyleniyor ve içine her yeni şeyi koyarken… Günler geçiyor.

Sonunda dayanamayıp bir hemşireye çıkışıyor. Hastane çalışanlarının ve diğer hasta yakınlarının bu durumu değiştirmek için neden bir şey  yapmadıklarını soruyor, bir şey yapılması gerektiğini söylüyor. Neden ondan başka hiç kimse bir şey yapılması gerektiğini görmüyor? Hemşire son derece vurdumduymaz şekilde bunun onun işi olmadığını bildiriyor…

Bu hikayeyi yaşayan kadın benim için çok değerli biri. Bana bugün anlattığı hikayesine şöyle devam ediyor:

“Hayata karşı çok öfkeli olduğum günlerdi.  Hemşire ile konuştuktan sonra bir an durdum ve sonra gereken malzemeleri alıp içindeki her şeyi boşaltarak buzdolabını temizledim. Buzdolabı ile birlikte kendi içimi de…”

Fiziksel anlamda açtığım bazı dolapların tıklım tıklım dolu ve düzensiz olduğunu görüyorum bu günlerde evde. Benden başka kimseyi rahatsız etmeyen bir kalabalık var dolaplarda. Duygusal anlamda ise geçmişten bugüne kir pas tutmuş dolapları fark ediyorum. Yıllar boyunca temiz tutmaya çalışıp bir süredir de “Neden hep ben yapıyorum canım?!” deyip temizlemekten öfke ile kaçtığım. Ancak pisliğinden şikayet ettmeyi de bırakmadığım.

Bayram temizliği niyetine kendime şu notları çıkarıyorum:

– Eğer dolabı sen de kullanıyorsan diğerlerinin ne yaptığına takılma ve temizle o dolabı! Kimse için değil, sadece kendin için. İçini temizlemek için. 

– Eğer dolabı kullanmıyorsan bırak içini sahibi düşünsün. Sen de başkalarının dolaplarını neden bu kadar dert edindiğini düşün. 

Haydi, bu bayram her biriniz, içinizde ya da dışınızda bir dolabı temizleyin. Sonrasında da hissettiklerinizi yazın. 

Hafifleten bir bayram dilerim 🙂

İzlenesi: Benden Bu Kadar (As Good As It Gets)

Dinlenesi: Three Little Birds

Bakılası: Tracie Andrews Çizimleri

Yeniden…

Kategori: 🖤

Bir arayış içindeyim ama ne aradığımı bilmiyorum bugünlerde. “Bugünlerde” dediğim son bir aydır böyleyim. 

Kitaplara başlıyorum heyecanla. 15-20, en iyi ihtimalle 50 sayfa okuyorum. Sıkılıp bırakıyorum. Dil değiştiriyorum, tür değiştiriyorum. Bir yenisine başlıyorum, bir yenisine daha… Yatağımın baş ucunda, salondaki sehpanın üzerinde, çalışma masasında üst üste kitaplar birikiyor. Birkaç günde bir onları kütüphanedeki yerlerine dizip hızlıca yeni kuleler oluşturuyorum yeni kitaplardan. İçimin karışıklığı bu kulelerin çeşitliliğinde gösteriyor kendini. 

Yeni bir film, bir dizi izlemek istiyorum. Bir dünyaya dalıp bir süre orada kaybolmak belki… İzlediğim ve izlemek istediğim filmleri kaydettiğim, arkadaşlarımdan tavisyeler aldığım bir uygulamam var. Onu açıyorum. Dakikalarca seçeneklere, listelere, önerilere bakıp sonunda daha önceden izlediğim filmlere yönleniyorum. Hiçbir şeyin gidişatını ve sonunu bilemezken filmdeki kahramanın başına ne geleceğini bilmek istediğimi fark ediyorum. 

Bir sürü şey yapmak istiyorum aynı anda. Yoga yapmak istiyorum mesela, meditasyon yapmak. Evdeki tüm dolapları döküp bir süredir kullanmadığım her şeyi atmak. Bir süredir konuşmadığım insanları aramak. Uzaktan kurslara katılıp kendimi geliştirmek. Resim yapmak, bileklik örmek. Yeni yemekler yapmayı, yeni bir dil öğrenmeyi denemek. “Korona Günlerinde Yapılacaklar” listesi yapıyorum. Yanına tik atabildiğim çok az madde olduğunu görüyorum. Kendime iyi gelecek şeyleri bilecek ve yapabilecek donanıma sahipken bunları yapmamaya bıdır bıdır söyleniyor zihnim. 

Sonra mutfakta camın önündeki masama oturuyorum. Kurtarılmış bölgem. Bir şey okumadan, izlemeden, kimseyle konuşmadan ve bir şey pişirmeden… Sadece oturuyorum… Sadece camdan dışarı, son günlerde seslerini daha net duyduğum kuşlara, detaylarını daha çok fark ettiğim ağaçlara, sokaktaki sessizliğe ve insansızlığa bakarken, bedenimi içimi ısıtan güneşe ruhumu fondaki müziğe bırakırken her şeyi unutuyorum. 

Bir arayış içindeyim ve ne aradığımı biliyorum şu anda. “Şu anda” dediğim hep biliyorum aslında. Kendimle huzurlu olabilmeyi arıyorum. Bunun için de bildiğim en iyi limana sığınıyorum. Yeniden yazıyorum… 

İzlenesi: Tekrar tekrar izlemekten keyif aldığın film

Dinlenesi: Sürekli başa sardığın şarkı

Bakılası: Sana neye/kime bakmak iyi geliyorsa

Not: Yazıdaki görsellerin çizeri Gediminas Pranckevicius bu arada.

Labirent

Kategori: 🖤

“İnsanların yollarını kaybettiklerinde daha hızlı koşmaları ironik bir alışkanlıktır.” demiş Rollo May. Yolumu tamamen kaybetmiş sayılmasam da düz yolda gittiğimi zannederken kendimi birden bir labirentin içinde bulduğum, çıkışı tam olarak nasıl bulacağımı bilmediğim günlerdeyim bu aralar. 

Nasıl olduğunu bilmiyorum ama bir sabah uyandığımda bir labirente düşmüş buldum kendimi. Yememem gereken bir kurabiye yemiş ve/veya içmemem gereken bir iksir içmiş olabilirim. Merakıma yenik düşmüş, bana bir şey olmayacağına çok inanmış, ayağımı bastığım, sırtımı dayadığım yerlere haddinden fazla güvenmiş olmam da mümkün. 

İnanın ne yaptığımı hala tam olarak bilmiyorum. Tek bildiğim uyandım ve oradaydım… Ve bir insan canlısı olarak bir labirente sıkıştığımı ilk fark ettiğimde türüme özgü alışkanlıkla hemen sağa, sola, öne, arkaya koştum. Koşarken de konuştum, konuştum, konuştum… İçim susmadığı için dışım da susmadı. Giderek daha da kayboldum. Her yer hem tanıdık hem yabancı görünmeye başladı. Enerjim, nefesim en fenası da umudum tükendi. Nerede olduğumu hiç bilmediğim bir yerde kalakaldım. Karardım…

Yeni Bir Yıl, Yeni Bir Sen

Kategori: 🖤

Bir yıl daha bitiyor… Her yılın sonunda olduğu gibi gideni uğurlama ve geleni kucaklama günleri bunlar benim için. Yavaş, sakin, huzurlu, kendimle bağlantıda geçirmeye çalıştığım bir zaman dilimi…

Giden yılın kutlamalarını ve yaslarını gözden geçirme, kutlamaların kıpırtılarını, yasların sızılarını; zihnimde, bedenimde, ruhumda kalan izlerini fark etme, yaşanırken hakkını veremediklerimin bugün hakkını vermeye çalışma, yıl boyunca olan bitenle helalleşme dönemi. Her bir ana ayrı ayrı şükretme hayatıma kattıkları için… 

Sevgiyle, şefkatle kapatma biten 365 günü… Ve en önemlisi yeniye yer açma zamanı. O açılan yere gelmesini istediklerimi yazma, çizme ve bunları yaparken de hayatımın bu fazındaki önceliklerimi görme fırsatı…

“Yeni Bir Yıl, Yeni Bir Sen!” diye başlayan notlar yazmıştım geçen yıl iş ortaklarıma. Her birine tek bir dilek… Yavaşlamalarını, atmak isteyip atamadıkları adımlar için cesur olmalarını, hayatın tadını çıkarmalarını, hayallerinin peşinden gitmelerini, sevdiklerine duygularını sıkça ifade etmelerini, doğa ve evren ile bütünleşmelerini, kendileri ile bağlanmalarını dilemiştim. Meğer hepsini kendim için dilemişim de farkında değilmişim. 2018’in hikayelerini bu dilekler oluşturdu benim kitabımda.   

Sandıktakiler

Kategori: 🖤

Anneannem öldüğünde sandığından hiç kullanılmamış çarşaflar çıkmıştı, giyilmemiş kazaklar, açılmamış bir fincan takımı ve daha pek çok el değmemiş nesne. Uzun yıllar boyunca eskir, bozulur diye sandıktan çıkarmadığı eşyaları vardı ya da özel günler için sakladığı… O günler hiç gelmedi, o eşyalar hiç kullanılmadı. Anneannem göçtü gitti, eşyalar kaldı. İhtiyacı olanlara paylaştırıldı. Başka evlerde, başka ellerde, başka bedenlerde işlev buldu.

Anneannemden çok etkilendiğimden olsa gerek alıp da kullanmadığım pek eşyam olmadı. Misafire ya da özel bir güne saklamadım hemen hiçbir şeyi. Sahip olduklarımın tadını çıkarmayı bildim çoğunlukla. Ancak şimdi fark ediyorum ki sandıklarda saklananlar sadece eşyalar değilmiş. Benim de başka zamanlara, mekanlara, insanlara, imkanlara sakladıklarım varmış.

Son zamanlarda hayat hep aynı yerden sınıyor beni, karşıma benzer sınavı tekrar tekrar çıkarıyor, aynı şeyi farklı açılardan göstermeye çalışıyor bana: ne kadar hesaplanamaz, planlanamaz, tahmin edilemez olduğunu… Doğduğumuzdan beri en iyi bildiğimiz ve yadsımaya en çok çaba gösterdiğimiz temel bilgiyi hatırlatmaya çalışıyor; bir sonu olduğunu. Ve bilemeyeceğimizi o sonun ne zaman geleceğini. Davet ediyor beni belki odamdaki değil ama zihnimdeki, kalbimdeki sandıkları fark etmeye. Onları tek tek açmaya, içlerine bakmaya. Tükenmesin, bitmesin, acıtmasın, eskimesin, zorlamasın diye yaşamadan saklamaya çalıştıklarımı görmeye.

Zaman ve Ben Durunca

Kategori: 🖤

Odamda oturuyorum ve aynı şarkıyı dinliyorum kim bilir kaçıncı defa. Oda, yeni yıkanmış çarşaf kokuyor mis gibi. Camın önündeki koltuğa oturmuş tüm penceremi kaplayan güzelim çam ağacına bakıyorum. Onun dalları rüzgârdan, benim içim sakinlikten titriyor hafiften. Derin bir nefes alıyorum. Açık pencereden çamın ve yeni biçilmiş çimlerin kokuları giriyor içeri, yeni yıkanmış çarşafların kokusuna karışıyor. Ben duruyorum, bakıyorum, dinliyorum, kokluyorum, arada yazıyorum…

Bugünlerde bu durma halimi çok seviyorum. Uzun zamandır özlediğim, görene kadar nasıl özlediğimi bile unuttuğum, kadim bir dostla yolda tesadüfen karşılaşmış gibiyim. O kadar kıymetliymiş ki benim için, bulduğum günden beri bırakamıyorum.

Kabul… Mü???

Kategori: 🖤

Kollarımın arasında hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Küçücük bir serçe gibi, titrek, savunmasız o anda. Konuşmaya, bir şey anlatmaya çalışıyor ama kelimeler çıkmıyor boğazından. Sımsıkı sarılıyorum, seviyorum, öpüyorum. Yavaş yavaş çözülüyor. Daha sakin anlatmaya başlıyor. Kalbi çok kırılmış, haksızlığa uğradığını düşünmüş, çaresizlik içindeymiş. Anlatması bitince duyduklarımı tekrarediyorum. “Doğru anlayabildim mi seni?” diyorum. Başını “evet” anlamında sallayıp yine ağlamaya başlıyor. Yine sarılıyorum. Bu sefer iç çekmiyor.

Tekrar durduğunda “Şimdi tüm bunları duyunca bana ne oldu bilmek ister misin?” diyorum. “Çok isterim.” diyor. Ne hissettiğimi, neye ihtiyaç duyduğumu anlatıyorum. Onu anlamak, dünyasını bilmek benim için çok önemli ve bazen elimden bir şey gelmiyor durumu değiştirecek. Ben de çok üzgünüm, çaresizim ve bunlara rağmen hep onun yanındayım. Mevcudu değiştirme gücüm olmasa da dinleyecek, anlamaya çalışacak yerim var ve elimden ne gelir, nasıl destekleyebilirim diye bakmak isterim her zaman. Ben kendimi anlattıktan sonra başını kaldırıp ağlamaktan parlamış gözlerini gözlerime dikiyor. “Şimdi nasılsın?” diyorum. “Tüm bunları anlattığım için çok rahatladım.” diyor. “Çok teşekkür ederim anne.” 

Teslimiyet…

Kategori: 🖤

On üç yıldan sonra ilk defa bisiklete bindim bugün. Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla pedal çevirdim.

Yaklaşık onlu yaşlarda idim bisiklete binmeye başladığımda. Ailem çok narin kemiklerim olduğunu, kendime zarar verebileceğimi düşündükleri için bisiklet almamışlardı bana. Oysa tırmandığım ağaçlardan, üzerlerinde akrobasi yapmaya çalıştığım, küçücük ayaklarımın genişliğindeki bahçe duvarlarından, kaydırak niyetine kullandığım apartman içi tırabzanlardan ve hatta tepindiğim koltuktan düşerek kendime yeterince zarar verebiliyordum. Bisiklet alınmaması çok mantıklı değildi.

Yazları dayımın yazlığına giderdik anneannem ve dedemle. O küçücük halimle bana çok büyük gelen yaklaşık elli haneli bir siteydi “yazlık”. En güzel ev bizimkiydi bence. Denize en yakın, sağ köşedeki ev, yanında boydan boya ayçiçeği tarlası olan… Bazen terasa çıkar, dakikalarca ayçiçeklerini ve denizi izlerdim. Bana göre yazlık, özgürlük demekti. Ve bu özgürlük duygusu içinde arkadaşımın bisikletini ödünç alıp kendi kendime binmeyi öğrendim.

Site hafif eğimliydi. Denize sırtımı verip yukarı doğru çıkarken az zorlanırdım meyilden ama geri dönmek harikaydı. Meyil aşağı, denize doğru, uçar gibi… Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla pedal çevirirdim.

Bir gün ailemin korktuğu başıma geldi! Ben yine kendimi öyle denize doğru bırakmışken kontrolü kaybettim, evlerden birinin çitlerinden içeri daldım bisikletle. Bahçe güllerle doluydu, güller de haliyle dikenlerle. Pedal alt bacağımı yarmış, dikenler her yerime batmıştı. Hiç gerek olmayan “biz sana söylemiştik…”leri dinledim ama ben zaten karar vermiştim, bir daha bisiklete binmeyecektim.

Kurttan Kaçarken

Kategori: 🖤

Bir süredir yazamıyorum. Öyle “yaratıcı tıkanma” gibi şekilli sebeplerden bile değil üstelik. Bildiğiniz düz, sıradan yoğunluktan! Son birkaç hafta günün nasıl başlayıp nasıl bittiğini bile anlayamadığım bir tempo içindeyim. Bir yerden bir yere gidiyor, yapılacak bir işin yanına daha tik atıyor, yanına tik atamadıklarıma bakıp derin bir “offf” çekiyorum. Sanki yapılacak işler listem hiç kısalmıyor…

Bu aralar yaptıklarımın büyük kısmının hayatımın “kariyer” alanında yığıldığını fark ediyorum. Atölyeler yapıyor, yenilerini hazırlıyor, alanımda kendimi geliştirmek için okuyor, eğitimler alıyor, iş ortaklarımla ve ekip arkadaşlarımla toplantılar yapıyorum. İş dışında da ancak oğlum ile oynamaya, sohbet etmeye yetiyor vakit.

Aslında yukarıda saydığım tüm aktiviteleri tek tek çok seviyorum. “Birinden vaz geç!” deseniz hiçbiri vazgeçmek isteyeceğim şeyler değil. Yaptığım her şeyi aşkla yapsam da gün bittiğinde bir eksiklik, bir tamamlanmamışlık hissediyorum. Çünkü hayatımdaki çok önemli bir insanı, yani kendimi ihmal ediyorum. İş ve ilişki kaplarımı dolu tutmaya gayret etsem de bir kabım boşalıyor: “BEN Kabı”!

Ben ki kendimi gayet iyi tanıyor ve hayatımın düzenini ancak iş-ilişkiler ve ben arasındaki dengeyle sağlayabildiğimi çok net biliyorum, buna rağmen nasıl olup da bu dengeyi hala bu kadar kaçırabildiğimi merak ediyorum. Neyse ki bu başıma ilk defa gelmediği için takip edeceğim ip uçlarını biliyorum.

Kağıt Kesiği

Kategori: 🖤

Bir arkadaşımla bugün öğlen yemek yemek üzere sözleşmiştik iki hafta önce. Epeydir görüşememiş, haberleşememiştik. Onu özlemiştim ve buluşmak için heyecanlıydım. Dün, yemeği teyit etmek, saat ve yer kararlaştırmak için ona bir mesaj attım. Mesajıma gece geç saatte yanıt geldi. Çok yoğun olduğunu, gece o saatte hala çalıştığını yazmıştı. Yemek için de bu sabah haberleşmemizi önermişti. Mesajımı geç yanıtladığı için “kusura bakma lütfen” yazmıştı. Ben de “kusurluk bir şey yok” diye yanıt verdim. Bugün saat öğlene yaklaşırken işle ilgili bazı konular nedeniyle bugün buluşmanın onun için imkânsız olduğunu söyledi. Ben de “Anladım canım.” dedim. “Kolay gelsin.”

Zaten evdeydim, böylece kendime ayıracak zamanım olmuştu, bir kahve koyup Dr. House’u izlemeye başladım kaldığım yerden. Fakat bir süre sonra -sanırım House’un da üzerimde bıraktığı etkiyle- kalbimde bir sızı hissettim. Kâğıt kesiği gibi küçücük, belli belirsiz ama kesildiği yerden tüm bedenime yayılan bir sızı. Hani her değdiğinde aynı yerden tekrar tekrar acır ya, tam öyle…