İçeriğe geç

Kendi Gerçeğine Doğru Ufak ve Sağlam Bir Adım

Kategori: 🖤

“Bir ömrün ayrıcalığı, her kimsen o olmaktır.” diyor hikâye anlatıcılığının ustası Joseph Campbell. Ne kadar basit ve ne kadar zor… Hayatın amacı kim olduğunu bulmak, ayrıcalığı da bulduğun o kişiyi kabul etmek ve onun yaşamasına izin vermek bence. Aksi halde hayata geliyoruz, hayatı sürdürüyoruz ve hayattan gidiyoruz geride çok az iz bırakarak. Gerçekten yaşamış olmuyoruz.

Aslında ilk gençlik yıllarımızda başlıyoruz kendimize kim olduğumuzu sormaya. Bizi büyüten aileden, içinde yaşadığımız kültürün kalıplarından, çevremizdekilerin bizden beklediklerinden bağımsız bir benlik yaratmak istiyoruz. Sınırlarımızı fark etmek ve onları aşmak için oluyor tüm denemelerimiz. Kimimiz daha melankolik, kimimiz daha coşkulu, kimi asi, kimi öfkeli kendimize doğru bir yolculuğa çıkmaya niyet ediyoruz. Fakat sonra bir yerlerde yoruluyor, aramayı bırakıyor ya da kaçtıklarımıza yakalanıyoruz. Kendimizi tanımlamanın acısız bir yolunu bulup sosyal rollere sığınıyor, topluma uyumlu insanlar olarak etiketlerimizle hayatı sürdürüyoruz. Biri bize kim olduğumuzu sorarsa rol repertuarımızdan duruma en uygun olanı çıkarıp oynuyoruz.

Ben bir anneyim, danışmanım, eğitimciyim, masalcıyım, genel müdür yardımcısıyım… Rol repertuarımın önemli unsurları bunlar. Fakat bunların hepsi yaptığım şeyler, olduğum insana dair bir renk yok bu etiketlerde. Beni kendime yaklaştıracak ve ömrüme ayrıcalık katacak olan rollerimi bırakmak değil, onları kendimce nasıl oynayacağımı bulmak. Hatta onları bir rol olmaktan çıkarıp kendi gerçeğime yaklaştırmak. Hayatta yaptığım her şeyi kendi gerçeğim üzerinden yapmak. İşte asıl macera da burada başlıyor, kendi gerçeğini bulma yolculuğunda.

Joseph Campbell buna “Kahramanın Yolculuğu” diyor. İzlediğiniz pek çok Hollywood filminde, bol ödüllü dizilerde, çok satan romanlarda bir akış olarak kullanılan bu yolculuk çemberi, insanın tekamülünün de birebir yansıması aslında.

Kahramanımızın sıradan bir hayatı var. Hayatı o kadar sıradan ki kimse dokunmasa sonuna kadar o sıradanlıkta yaşayabilir. Kendinden beklenenleri yapıp ona verilen rolleri oynayarak bir ömür sürdürebilir. Sonra çağrılar gelmeye başlıyor kahramana sıradanlıktan çıkması, kendisi için daha anlamlı, daha doyumlu bir hayat sürmesi için. Kahraman bu çağrıları reddediyor ve sıradan hayatına tutunmakta, statüyü korumakta ısrar ediyor. Ta ki artık reddedemeyeceği bir biçimde, çoğu zaman kendi kontrolü dışında bir şey onu o konfor alanının dışına atana kadar. Macera başlıyor… Kahraman bir eşikten geçip yola çıkıyor. Yolda dostları, düşmanları, engelleri ve mucizeleri buluyor. Bir noktada dibe vuruyor, en çok korktuğu şeyler başına geliyor. İşte, kahraman olmanın anlamı da burada. Kahraman o noktada pes etmediği için ödüllendiriliyor. Eve dönüş yoluna geçiyor. Başladığından daha farklı, olgun, güçlü ve daha kendi olarak dönüyor evine. Dönüşüyor kendine doğru. Yine sıradan bir hayatı oluyor ama o hayat daha kendine göre. Artık hayatı sürdürmüyor, yaşıyor!

Gerçek hayatta da benzer biçimde yaşıyoruz aslına bakarsanız. Sıradan hayatlarımızda otomatik pilota devrettiğimiz rollerimizi oynuyoruz, fazla da sorgulamıyoruz. Ancak hep bir tamamlanmamışlık, boşluk kalıyor bir yerlerde. Tam olarak mutlu ve coşkulu olamıyoruz. Baş ağrıları, stres, boyun ve bel fıtıkları, uykusuzluk, ilişki problemleri, kendimizle beş dakika bile yalnız kalamama gibi çeşitli biçimlerde kendini gösteriyor çağrılar. İzlediğimiz filmler, gittiğimiz eğitimler, okuduğumuz kitaplar, sosyal medyada gördüğümüz cümleler mümkün olan başka hayatlarımızın sinyallerini veriyor bize. Aslında fark ediyoruz ve etmemiş gibi devam ediyoruz. Bir gün gelip bedenimiz artık kontrol edemeyeceğimiz bir problem çıkarana, ilişkilerimiz bitene, bizim için önemli insanları kaybedene, işimizi yapamaz hale gelene; kısaca bedenimiz, aklımız, ruhumuz tükenene kadar. Hemen umutsuzluğa kapılmayalım. Campbell ustaya güvenelim. Her zaman bir yol var. Ben sadece bu noktaya gelmeden bir çıkış bulabilir miyiz onun peşindeyim. Kendim için bir çıkış bulduğumu da düşünüyorum.

Benim için kendi gerçeğime yaklaşmanın, gelen sinyalleri zamanında almanın, daha az yara, bere ve acı ile kendimi dönüştürebilmenin güvenli yolu kendi duygularım ve ihtiyaçlarımla bağlantı kurmak. Kendimi fiziksel, zihinsel ya da bedensel olarak kötü hissettiğim her an durup, o anda ne olduğuna bakmak. İçimde akan canlı hayatla bağımı hiç koparmadan ona sürekli kulak vermek, gelen sinyallerini görmek, duymak, fark etmek. “Yazması kolay da nasıl yapacağız?” diyorsunuz belki. Bir sonraki yazımda ayrıntılı olarak anlatacağım kendimizle bağlantı kurma konusunu.

Eğer ilginizi çekiyorsa o zamana kadar sıradan hayatınızı bir gözden geçirin. Kendinize şu soruları sorun ve gönlünüzden geçerse yanıtları benimle de paylaşın:

  • Sevdiğiniz, içinde mutlu olduğunuz, korumak istediğiniz neler var hayatınızda?
  • Nelerden mutsuzsunuz? Neleri değiştirmek istiyorsunuz? Değişimin önündeki engelleriniz neler?
  • Değişim yönünde adım atmak için hangi çağrıları alıyorsunuz? Bu çağrıları aldığınızda ne yapıyorsunuz?

Başladığım yerden yani Joseph Campbell’in bir sözü ile bitireyim. “Bizi bekleyen hayatı kabullenmek için, planladığımız hayatı bırakabilmeliyiz.”

Her gün kendi gerçekliğinize doğru ufak ve sağlam bir adım atmanız dileğiyle…

İzlenesi: The Matrix

Dinlenesi: Olmalı Mı Olmamalı Mı?

2 Yorum

  1. Enver Topuz
    Enver Topuz

    Öyle ola ki , böyle ola.

    Şubat 6, 2018
    |Cevapla
    • imgekiner
      imgekiner

      Senden öğrendiğim tüm harika şeylerin içinde en sevdiğim bu sanırım Enver Abim.

      Şubat 6, 2018
      |Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir