“Elli yaşındayım artık İmge.” diyor sevgili dostum. “Elli yaşındayım ve mutsuzum. Yaşayacak elli yılım daha yok biliyorum ve hayatımın kalanında mutsuz olmak istemiyorum.”
Yüzüne bakıyorum. Yıllardır pek çok halini gördüğüm bu yüzde bugüne kadar görmediğim derin bir acı var. O acı boğazıma yapışıyor bir düğüm gibi. Kahvemden bir yudum alıyorum. Düğüm açılmıyor. Arka masada acılardan, boğazdaki düğümlerden habersiz bir küçük kız çocuğu heyecanla bir şey anlatıyor annesine. Ben karşımdaki elli yaş bedenindeki küçük erkek çocuğuna bakıyorum. Aynı bedende kaç kişi, kaç yaş taşıdığımıza şaşırıyorum. Hangi yaşta olursak olalım aradığımızın hep aynı olduğunu düşünüyorum. İçimdeki tüm şefkatle onu dinlemeye anlamaya çalışıyorum.
O gün bugündür ara ara aklıma geliyor bu konuşma. Bir anın içinde sıkıştığımda kendime hatırlatıyorum; 42 yaşındayım, yaşayacak bir 42 yılım daha var mı bilmiyorum ve mutlu olmak istiyorum. Kararlarımı mutluluğa göre almaya, adımlarımı mutluluğa doğru atmaya çalışıyorum.
Bir grup arkadaşımla bir çemberde oturuyoruz. Bugünlerde halimizin nasıl olduğunu paylaşıyoruz birbirimizle. Her birimizin konusu farklı. Biri kendini açıkça ifade edememekten ve susmaktan dertli, biri çok konuşup asıl derdini anlatamamaktan; biri yalnız kalma ihtiyacından bahsediyor, diğeri yalnız kalmak istemediğinden… Çember döndükçe aynı yerde buluşuyoruz, “kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmek ve ortaya koymak”ta. Bu çember ve bir süre önce sevgili dostumla yaptığım kahve sohbeti içimde birleşiyor.
Mutluluk tanımı herkes için farklı olabilir, mutluluğa ulaşma yolu da… Ancak benim teoride bildiğim ve pratikte deneyimlediğim yol aynı: kendim olarak var olabilmek. Kendi varoluşum çerçevesinde yaşadıkça daha mutlu daha tam olduğumu gözlemliyorum. Kendimden uzaklaştıkça katılaşıyor, daha öfkeli, gergin ve mutsuz oluyorum. Kendim olmak köklerimi derinleştirirken gövdemi esnetiyor. Aynı anda güçleniyor ve yumuşuyorum. Kendimi olduğum gibi kabullenip, olduğum yerden dünyaya sununca başkalarını da oldukları gibi kabul edebilme kapasitem artıyor.
İlginç bir şekilde kendimden uzaklaştığım anlar da kendim için aslında. Zaman zaman sevilmek, kabul edilmek, ait olmak, beğenilmek, mevcudu korumak için kendimden vazgeçip başkalarının beklediği gibi davrandığımı artık biliyorum. Diğer taraftan her ne kadar bir ihtiyacımı karşılamak için “-mış gibi” yapsam ve anda istediğimi elde etsem de “kendime rağmen” yaşadığım anların hayaleti bir süre sonra buluyor beni ve yapışıyor üzerime. Beraberinde suçluluk ve utanç getiriyor. Tabii mutsuzluk da… Bu nedenle dikkatimi hep aynı odakta tutmaya çalışıyorum, “kendim olmak” odağında.
Bir kez daha tekrar ediyorum: 42 yaşındayım, yaşayacak bir 42 yılım daha var mı bilmiyorum ve mutlu olmak istiyorum. Bu nedenle de ömrümün kalanında her kimsem o olmaya niyet ediyorum.
İzlenesi: Eternal Sunshine Of The Spotless Mind – Sil Baştan
Dinlenesi: One – Harry Nilsson
Bakılası: Alexandra Dikaia
Güzel bir farkındalık sahnesi. teşekkür ederim. Yazılarınızda Farkındalık. İnce içe dönüş seyri var.
Ben çok teşekkür ederim yorumunuz için Ahmet Bey
Pek önce kendime neysem o olmak için izin verdim ve sonra da yanımdakilere de aynı izni verdim sanıyordum ben..Havalar bir öyle bir böyle gidince arada dalıp kaptırıp ve unuttuğumu fark ettim ben bu anlaşmayı. Bu yazını okuyunca çok iyi geldi bana. Beni yeniden kendime getirdi ve kendim olmayı hatırlatacak küçük çarpıcı birşey bulmaya karar verdim bu gece, bir daha kendim olmayı unutmamak için :)))
Yılların alışkanlığı değişmiyor kolay kolay. İlham olduğuna çok sevindim. Yol uzun olsa da yolda olmak güzel…