Bir süredir yazamıyorum. Öyle “yaratıcı tıkanma” gibi şekilli sebeplerden bile değil üstelik. Bildiğiniz düz, sıradan yoğunluktan! Son birkaç hafta günün nasıl başlayıp nasıl bittiğini bile anlayamadığım bir tempo içindeyim. Bir yerden bir yere gidiyor, yapılacak bir işin yanına daha tik atıyor, yanına tik atamadıklarıma bakıp derin bir “offf” çekiyorum. Sanki yapılacak işler listem hiç kısalmıyor…
Bu aralar yaptıklarımın büyük kısmının hayatımın “kariyer” alanında yığıldığını fark ediyorum. Atölyeler yapıyor, yenilerini hazırlıyor, alanımda kendimi geliştirmek için okuyor, eğitimler alıyor, iş ortaklarımla ve ekip arkadaşlarımla toplantılar yapıyorum. İş dışında da ancak oğlum ile oynamaya, sohbet etmeye yetiyor vakit.
Aslında yukarıda saydığım tüm aktiviteleri tek tek çok seviyorum. “Birinden vaz geç!” deseniz hiçbiri vazgeçmek isteyeceğim şeyler değil. Yaptığım her şeyi aşkla yapsam da gün bittiğinde bir eksiklik, bir tamamlanmamışlık hissediyorum. Çünkü hayatımdaki çok önemli bir insanı, yani kendimi ihmal ediyorum. İş ve ilişki kaplarımı dolu tutmaya gayret etsem de bir kabım boşalıyor: “BEN Kabı”!
Ben ki kendimi gayet iyi tanıyor ve hayatımın düzenini ancak iş-ilişkiler ve ben arasındaki dengeyle sağlayabildiğimi çok net biliyorum, buna rağmen nasıl olup da bu dengeyi hala bu kadar kaçırabildiğimi merak ediyorum. Neyse ki bu başıma ilk defa gelmediği için takip edeceğim ip uçlarını biliyorum.