On üç yıldan sonra ilk defa bisiklete bindim bugün. Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla pedal çevirdim.
Yaklaşık onlu yaşlarda idim bisiklete binmeye başladığımda. Ailem çok narin kemiklerim olduğunu, kendime zarar verebileceğimi düşündükleri için bisiklet almamışlardı bana. Oysa tırmandığım ağaçlardan, üzerlerinde akrobasi yapmaya çalıştığım, küçücük ayaklarımın genişliğindeki bahçe duvarlarından, kaydırak niyetine kullandığım apartman içi tırabzanlardan ve hatta tepindiğim koltuktan düşerek kendime yeterince zarar verebiliyordum. Bisiklet alınmaması çok mantıklı değildi.
Yazları dayımın yazlığına giderdik anneannem ve dedemle. O küçücük halimle bana çok büyük gelen yaklaşık elli haneli bir siteydi “yazlık”. En güzel ev bizimkiydi bence. Denize en yakın, sağ köşedeki ev, yanında boydan boya ayçiçeği tarlası olan… Bazen terasa çıkar, dakikalarca ayçiçeklerini ve denizi izlerdim. Bana göre yazlık, özgürlük demekti. Ve bu özgürlük duygusu içinde arkadaşımın bisikletini ödünç alıp kendi kendime binmeyi öğrendim.
Site hafif eğimliydi. Denize sırtımı verip yukarı doğru çıkarken az zorlanırdım meyilden ama geri dönmek harikaydı. Meyil aşağı, denize doğru, uçar gibi… Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla pedal çevirirdim.
Bir gün ailemin korktuğu başıma geldi! Ben yine kendimi öyle denize doğru bırakmışken kontrolü kaybettim, evlerden birinin çitlerinden içeri daldım bisikletle. Bahçe güllerle doluydu, güller de haliyle dikenlerle. Pedal alt bacağımı yarmış, dikenler her yerime batmıştı. Hiç gerek olmayan “biz sana söylemiştik…”leri dinledim ama ben zaten karar vermiştim, bir daha bisiklete binmeyecektim.
Yıllar sonra okumaya Avusturya’ya gittiğimde canım tekrar bisiklet çekti. Ve yine “başarısız” bir deneme sonrası Salzburg sokaklarında özgürce pedallama hayalim başlamadan bitti. Zaten bir konuda karar verince dönmeye ne gerek vardı, değil mi? Ben bu bisiklet işini beceremiyordum, zorlamaya gerek yoktu.
Geçen hafta, candan öte ekip arkadaşlarım Whatsapp grubumuzda bisikletle İstanbul’da gezme planı yaparlarken, benim olmayan eller birden yazıverdi; bisiklete binmeye özendiğimi, eskiden bildiğimi ama artık yapamadığımı, engelleyici deneyimlere sahip olduğumu ve bana sabırla destek verecek biri varsa tekrar denemeye gönüllü olduğumu. O sabırlı, bir o kadar da güvenilir ve eğlenceli gönüllü anında ortaya çıktı. Plan yapıldı, bisikletler ayarlandı ve ben bugün yeniden bisiklete binmeye başladım. Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla pedal çevirdim.
Geç de olsa hayata teslim olmayı öğreniyorum bugünlerde. Risk almayı, deneyimlemeyi, “an”ı sadece ve sadece “an”ı yaşamayı, içimdeki korkuları susturup cesaretimin sesini artırmayı, o sesle birlikte kalbimi önce kendime sonra başkalarına açmayı… Şimdilik fena da gitmiyorum.
Bisikletten henüz düşmesem de hayattan düşüyorum arada. Tüm bedenime, ta kalbimin içine kadar dikenler batıyor bazen. “Biz sana söylemiştik…”leri artık dinlemiyorum. Ayağa kalkıp silkeleniyorum, tek tek çıkartıyorum dikenleri, her biri bir hediyeymiş gibi özenle. Sonra devam ediyorum. Burnumda mis gibi deniz kokusu, yüzümde rüzgâr, içimde kocaman bir heyecanla…
İzlenesi: V for Vendetta
Dinlenesi: Bird Gerhl- Antony and the Johnsons
Bakılası: Ottokim
Hep sal kendini yokuş aşağı, rüzgara karşı, bazen de rüzgarla birlikte. Yüreğinde o heyecan hep orada olmaya devam ederek canım benim
Ececim 💜
“kalbi önce kendine sonra başkalarına açma”ya kocaman bi alkış 👏
sana da açayım kalbimi paylaşalım alkışları canımın içi