İçeriğe geç

Zaman ve Ben Durunca

Kategori: 🖤

Odamda oturuyorum ve aynı şarkıyı dinliyorum kim bilir kaçıncı defa. Oda, yeni yıkanmış çarşaf kokuyor mis gibi. Camın önündeki koltuğa oturmuş tüm penceremi kaplayan güzelim çam ağacına bakıyorum. Onun dalları rüzgârdan, benim içim sakinlikten titriyor hafiften. Derin bir nefes alıyorum. Açık pencereden çamın ve yeni biçilmiş çimlerin kokuları giriyor içeri, yeni yıkanmış çarşafların kokusuna karışıyor. Ben duruyorum, bakıyorum, dinliyorum, kokluyorum, arada yazıyorum…

Bugünlerde bu durma halimi çok seviyorum. Uzun zamandır özlediğim, görene kadar nasıl özlediğimi bile unuttuğum, kadim bir dostla yolda tesadüfen karşılaşmış gibiyim. O kadar kıymetliymiş ki benim için, bulduğum günden beri bırakamıyorum.

Aslında her şey iki hafta önce, Bodrum’da başladı… Uçaktan inip İstanbul’u geride bırakınca, epeydir geride bıraktığım kendimle buluştum. Havaalanından direkt deniz kenarına uçup bedenimi bir şezlonga, aklımı tepemdeki güzelim ağaca, ruhumu denize teslim ettim. Durdukça; büyük şehirden, kentli halimden, işten güçten, hayattaki tüm rollerimden uzaklaşıp kendime yaklaştım.

Bodrum’da sadece üç gün geçirdim. Kimsenin hiçbir şeyi olmadığım, beklentinin, sorumluluğun, zorunluluğun olmadığı, İstanbul zamanıyla kısacık, Bodrum zamanıyla upuzun üç gün… “Zaman içindeyken hızlı akar” derdim yıllardır. Yanılmışım. İçinde nasıl olduğuna göre değişiyormuş zamanın temposu da. Orada, benimle birlikte zaman da durdu. Her anın farkında olunca genişledi, uzadı. Zaman uzadıkça ben dinlenirken yenilendim, yavaşlarken canlandım.

Şu anda bir eğitim için geldiğim bir otelde, Çatalca’dayım. Birilerinin ekip arkadaşı, koca bir çemberin parçasıyım. Rollerim var. Günün akışına tek başıma karar vermiyorum. Zorunluluk diye nitelendirmesem de sorumlu olduğumu düşünüyorum pek çok şeye, kişiye karşı. Yine de bulduğum her fırsatta odama, ağacıma yani bir şekilde kendime kaçabiliyorum. Aynı şarkıyı tekrar tekrar dinleyip, durup, düşünüp, bakıp, koklayıp, yazabiliyorum. Ve fark ediyorum ki kendime kaçtığım anlar arttıkça insanlardan, konulardan, olandan, olamayandan kaçmıyorum. İçime yerleştikçe köklerimi derinleştiriyor, bu sağlamlıktan aldığım güvenle dünyaya daha sıkı bağlanıyorum tekrar ve tekrar… Her seferinde daha derinden…

Çember zamanı yaklaşıyor. Yazmaya son veriyorum. Geçici bir veda ediyorum odama, mis kokulu çarşaflara, güzelim çam ağacıma ve yeni biçilmiş çimlere. Ayakkabılarımı giyip kulaklığımı takıyorum. Şarkıyı değiştiriyorum. Bir sonraki yavaşlama anına kadar kendimi zamanın artan temposuna teslim ediyorum.

İzlenesi: Gün doğumu ya da batımı, şekil değiştiren bulutlar, oynayan çocuklar…

Dinlenesi: Nefesinin sesi, kuş cıvıltısı, sessizlik…

Bakılası: En sevdiğinin gözünün içi, dalgasız deniz ya da durgun su, için…

 

*Çizimler Youngcheol Lee

KaydetKaydet

2 Yorum

  1. Özge
    Özge

    “İzlenesi, dinlenesi, bakılası” üçlemesinin en naifi, en gerçeği. Çok sevdim, çok.

    Aralık 13, 2018
    |Cevapla
    • imgekiner
      imgekiner

      Ne mutlu bana 🙂 Çok sevgiler

      Aralık 14, 2018
      |Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir