Anneannem öldüğünde sandığından hiç kullanılmamış çarşaflar çıkmıştı, giyilmemiş kazaklar, açılmamış bir fincan takımı ve daha pek çok el değmemiş nesne. Uzun yıllar boyunca eskir, bozulur diye sandıktan çıkarmadığı eşyaları vardı ya da özel günler için sakladığı… O günler hiç gelmedi, o eşyalar hiç kullanılmadı. Anneannem göçtü gitti, eşyalar kaldı. İhtiyacı olanlara paylaştırıldı. Başka evlerde, başka ellerde, başka bedenlerde işlev buldu.
Anneannemden çok etkilendiğimden olsa gerek alıp da kullanmadığım pek eşyam olmadı. Misafire ya da özel bir güne saklamadım hemen hiçbir şeyi. Sahip olduklarımın tadını çıkarmayı bildim çoğunlukla. Ancak şimdi fark ediyorum ki sandıklarda saklananlar sadece eşyalar değilmiş. Benim de başka zamanlara, mekanlara, insanlara, imkanlara sakladıklarım varmış.
Son zamanlarda hayat hep aynı yerden sınıyor beni, karşıma benzer sınavı tekrar tekrar çıkarıyor, aynı şeyi farklı açılardan göstermeye çalışıyor bana: ne kadar hesaplanamaz, planlanamaz, tahmin edilemez olduğunu… Doğduğumuzdan beri en iyi bildiğimiz ve yadsımaya en çok çaba gösterdiğimiz temel bilgiyi hatırlatmaya çalışıyor; bir sonu olduğunu. Ve bilemeyeceğimizi o sonun ne zaman geleceğini. Davet ediyor beni belki odamdaki değil ama zihnimdeki, kalbimdeki sandıkları fark etmeye. Onları tek tek açmaya, içlerine bakmaya. Tükenmesin, bitmesin, acıtmasın, eskimesin, zorlamasın diye yaşamadan saklamaya çalıştıklarımı görmeye.
Oysa, ben çok küçük yaşta almıştım bu dersi. Geçtiğimi de sanmıştım. Kulağıma küpe, dilime pelesenk, bedenime görünmez bir dövme yapmıştım. Çok iyi biliyordum yaşamın sadece “şu an”dan ibaret olduğunu, insanların bir gün varken ertesi gün kaybolduğunu, her şeyin gelip geçtiğini, sadece yaşanan anların, anıların kaldığını. Bilmem nerede unuttum, nerede kapıldım zihnimin çeldirici sesine, ne zaman üç beş ay hatta yıllar sonra olabileceklerin endişesi ile bugünü yaşamayı bıraktım. Bilmem o sandıkları ne zaman edindim, içlerine ne zaman gizledim heyecanlarımı, hayallerimi, dileklerimi, umutlarımı, tutkularımı. Bilmem üstlerine o korkudan dövülmüş asma kilitleri ne zaman taktım…
Son zamanlarda hayat sandıklarımla ve içlerindekilerle yüzleştiriyor beni. Tükenmesin, bitmesin, acıtmasın, eskimesin, zorlamasın diye sakladıklarımı düşündürüyor bana. Saklamaya devam ettikçe son kullanma tarihlerinin geçeceğini, küfleneceklerini, bozulacaklarını, çürüyüp yok olacaklarını fısıldıyor kulağıma. Ya da yepyeni kalsalar bile ben kullanmayınca başka evlerde, başka ellerde, başka bedenlerde işlev bulacaklarını.
Dersi tekrar almaya ve bu sefer unutmamaya niyet ediyorum. Kulağıma küpe değil ama bileğime bir bileklik takıyorum hatırlatıcı olarak. Dilime pelesenk etmek yerine kişisel tarihime geçmesi için bu yazıyı yazıyorum. Bedenime yaptıracağım görünür bir dövme seçiyorum. Ben de göçüp gideceğim bir gün elbet anneannem gibi. Bir gün bir torunum olursa ona açılacak sandıklar değil ilham alacağı bir yaşam bırakmayı istiyorum.
İzlenesi: Casablanca- Kazablanka
Dinlenesi: Mil Pasos – Francesca Battiato
Bakılası: Salvador Dali 💜
Of of of ki ne of…Kalmasin yasanmamisliklar birakalim limandaki ipleri acilalim denize, birakalim kendimizi bosluklara. Bu gucu bulalim. Denememislikleri deneyelim hayat bu degilse nedir?
Bu gücü bulalım, evet 🧡
Yazınıza bayıldım… Döndüm, kendi içime bir daha baktım…Varmış küflenip beni üzenler.
Temizleyeceğim.
Ilham verdiniz, teşekkür ederim.
Baska yazılarınızı da okumak isterim.
Selamlar gönderiyorum.
Çok teşekkür ederim yorumunuza.
Size ilham olabilmek, düşündürebilmek çok memnun etti beni.
Böyle yorumlar da bana cesaret oluyor daha fazla yazmak için.
Haberleşmek üzere.
Sevgiler
Her yazında bana dokunan o kadar şey buluyorum ki, iyi ki yazıyorsun 🙏😘
Canım Ziynetcim, desteğine minnettarım 🌸
Çok güzel bir yazı eline sağlık canım
Çok teşekkür ederim, sevgiler