Üç yaşlı kadın vardı bir ip eğirme atölyesinde. Yıllardır aynı işi yapan üç kadın. Aynı işi bıkmadan, usanmadan, söylenmeden, değiştirmeden yapan üç yaşlı kadın… Biri ipin ucunu dudağı ile ıslatıp büker, ip eğirme işini başlatırdı. Başlangıçtı işi, başlatmaktı. Diğeri çıkrıkta tüm gün ipi eğirmek için pedala basardı ayağı ile. Sürdürmekten sorumlu idi, devamlılıktan. Üçüncü ise iş bitince keserdi ipi. Elinde bir makasla ve tek darbe ile başlamış, devam etmiş ve artık bitirme zamanı gelmiş olanı bitirirdi. Sonlarla idi onun işi.
O kadar uzun zamandır yapıyorlardı ki aynı işleri birinin alt dudağı üst dudağının dört katı olmuştu ipe sürmekten. Diğerinin sürekli pedala basan ayağı bir dev ayağı gibi büyümüş ayakkabılara sığmaz olmuştu. Üçüncünün de sürekli makas tutan bir başparmağı neredeyse eli büyüklüğünde idi.
Bu üç kadınla tanıştığımda bana tek bir soru hakkı verildi. Oysa ne çok şey sormak isterdim onlara. Başlangıçlara, bitişlere, devam edişlere dair ne çok sorum vardı. Ama dedim ya hakkım tekti. Oyunbozanlık edemezdim. Aklıma gelen ilk soruyu sordum ve dedim ki; “Siz nasıl devam ediyorsunuz yıllardır aynı şeyi yapmaya? Aynı biçimde yapmaya? Bu enerji, motivasyon, hareket kaynağı nereden geliyor?”
Birbirlerine baktılar bir an, saniyeler içinde bir cevap oluştu bakışlarının arasında. Hafif mütebessim, sakin, sanki bunun cevabını herkes bilirmiş gibi biraz da şaşın ama son derece şefkatle bana baktılar sonra bir süre. Çıkrıktan koca ayağını bir an için çekti ortanca kadın, hırıltılı bir sesle “Neden hep aynı şeyi yaptığımızı düşünüyorsun?” dedi. Sesi kullandığı pedal gibi ritmikti.
“Belki oda aynı, çıkrık aynı görünebilir ama hep ip farklı birbirinden. Kimine yumuşakça dokunmak gerekir okşar gibi, kimine biraz sert. Kimi değdiğin anda hazırdır açılmaya, değişir dönüşür. Kiminden bir parça yumak yapabilmek için defalarca aynı hareketi yapman gerekir. Uğraştırır…” Biraz sustu, ayağı makinede gidip geldi bir süre. Bekledim. Sonra devam etti. “Ayrıca güzel kızım,” dedi “de ki; ip de aynı, sertlik de, dönüşüm de, peki ben aynı mıyım ki her gün? Her gece yatağa yatanla her sabah o yataktan kalkan bile aynı kadın değil ki. İnandığın, bir anlam, bir tutku bulduğun her şey sürer. Çünkü sen sürersin. Onunla yatar sabah kalktığında onunla dönüşmüş olursun. Rengi, şekli, kokusu, duygusu değişir belki ama sürer. Sürmesine alıştığın için değil, sürmese yaşayamayacağın için değil, sadece sürmesini istediğin için.”
Bu cevap içime bir sızı yaydı bir an. Tutamadım kendimi ve ağzımdan bir soru daha çıkıverdi; “Peki, ya alışkanlıktan sürdürdüklerim…?” dedim. Bu sefer sonlardan sorumlu kadın baktı bana. Koca parmağını makasın içinden çıkarıp makası masanın üstüne bıraktı. Yüzünü bana çevirdi. Kırışık yüzünün üstündeki mavi kataraktlı gözlerini gözlerime kilitledi. Gözlerimden içeri girip kalbimde durdu. “Ah yavrum,” dedi. Toktu sesi ve makas gibi keskindi. “Alışkanlık diye bir şey yok ki. Kabul edemediğin bitişlere verdiğin kandırmaca bir isim –alışkanlık-. Bittiğini görmemek, öleni gömmemek, o yasa temas etmemek için oynadığın bir oyun sadece.” Gözlerini kapattı, açtı. Makasını eline aldı. İşine döndü. Sessizlikte kalakaldım.
Söylenenler içimde dönerken bir ipe dokundu koca dudağı ile ilk kadın. Eğirmeyi başlattı. Bana dönmeden, bir yandan işine devam ederek ince, heyecanlı sesiyle bozdu sessizliği. “Başlamak heyecanlı, başlamak endişeli, başlamak yenilenmek gibi hem coşkulu hem korkulu.” dedi. “Sürdürmek emek ve farkındalık, bitirmek cesaret ister. Yine de sen bir şey yapmadan da akıyor hayat. Başlıyor, sürüyor, bitiyor. Eğer kendin olursan, her yenilenmeye rağmen kendin kalırsan, alışkanlık olmadan sürdürülenler olur hayatında ve zamanı gelince bir şükür ve sevgiye bitenler. O zaman başlangıçlar da senin olur, devamlar da, sonlar da. Kendinden uzaklaşma!”
Söz bitmişti. Cevaplar verilmişti. Onlarla konuşurken büyüyen kalbimi de alıp çıktım yanlarından. Bir defter aldım ve yazdım; başlayacaklarımı, sürdüreceklerimi, bitireceklerimi…