İçeriğe geç

Çocuk – Balon – Adam – Yatak

Kendini hızla yokuş aşağı bırakırken heyecanlıydı. Bir yandan koşarken bir yandan tepesinde uçan kırmızı balondan alamıyordu parlayan gözlerini. Onunda birlikte uçabilmek istiyordu. Yokuş bittiğinde hevesi kursağında kaldı biraz. Hayal ettiği gibi olmamıştı. Annesi balonu sıkıca bileğine dolamıştı kaçırmamasını tembihleyerek. Bu işleri zorlaştırıyordu.

Bir iki turdan sonra biraz tedirgin, biraz meraklı ama çokça mağrur çözdü bileğindeki ipi. İpin ucundan tuttu küçük parmakları ile bir kez daha bırakırken kendini yokuş aşağı. Balon elinden uçtu uçacak gibiydi. Sadece tepesinde değil içinde de bir balon uçuyordu o anda.

Yeni bir oyun buldu sonra. Bir yandan koşarken yokuş aşağı, bir yandan parmaklarını aralayıp balonun ipini biraz bıraktı, balon havalanmaya başladığında hemen tuttu tekrar ipin ucundan. Her seferinde biraz daha bekledi tutmadan önce. İpi her bıraktığında minik kalbi bir sinek kuşu gibi çarptı çarptı çarptı, ipi her tuttuğunda derin bir solukla sakinledi. Defalarca tekrar etti bunu; koş, bırak, kalp çarpıntısı, tut, sakinle, dur… koş, bırak, kalp çarpıntısı, tut, sakinle, dur… koş, bırak, kalp çarpıntısı, tut, sakinle, dur…

Yokuş defalarca bitti ama oyun bitmedi. Hangisi daha özgür, daha cesur, daha hafif, daha maceracı belli değildi; balon mu çocuk mu? Eve gitme zamanı gelmişti artık ama son bir kez daha yaşamak istedi bu hazzı. Koş, bırak, kalp çarpıntısı, tut…tut…tut…tutamadı. Ayağı bir taşa takıldı, tökezledi. Kendini toplayıp zıpladı ama ip tutamayacağı kadar yukarıdaydı. Bu sefer farklı bir kalp çarpıntısı, göğsü delip çıkacak cinsten. Durdu ama sakinleyemedi. Dondu.

Balon gökyüzüne doğru uçarken bakakaldı arkasından. Hiçbir şey yapamadı. Balonun sonsuzluğa mı başka bir çocuğa mı uçtuğunu bilemedi. Kaburgalarının altında, karnının üst kısmında dönen bir çark bir yere takıldı, sıkıştı.  Gözleri doldu ama akıtamadı tek bir damla yaş bile. Anneye verilecek hesaptan daha beteri kendine veremediğin hesap ya, o balonun uçuşuyla birlikte bir şeyler uçtu içinden. O günden sonra bir yanı kilitli kaldı.

Bazen tutmayı, bazen zamanında bırakmayı bilmediğinden, bazen koşamayıp bazen duramamaktan; bazen göğsünü delip çıkacak çarpıntıdan, bazen sakinleyememekten korkmaktan, kaçtı elindekiler büyürken. Arkadaşlar, fırsatlar, aşklar… Her seferinde biraz daha dondu, her seferinde kilitlendi bir başka yanı daha. Taa ki içi boş bir balona dönene kadar.

……..

Yavaşça yokuş aşağı inerken sıkkındı. Bir yandan yokuşun sonundaki bir süre kalacağı evin anahtarını ararken cebinde, bir yandan elindeki kırmızı torbaya takılıyordu donuk gözleri. Annesi yola çıkmadan sıkıca tutuşturmuştu eline kaybetmemesini tembihleyerek. Oysa adam torbayı kaybetmek hatta mümkünse onunla birlikte kaybolmak istiyordu. Yokuş bittiğinde biraz rahatladı. Eve girdi. Kendine bir kahve yaptı.

Bir müddet sonra biraz tedirgin, biraz meraklı ama çokça mağdur açtı torbayı. İçindeki şişme yatağı ve pompayı çıkardı. Bir ayağı ile bastı pompaya. Nefes alırken çekti ayağını yukarı, nefes verirken aşağı bastırdı, durdu. Defalarca tekrar etti bunu; Nefes al, yukarı, nefes ver, aşağı, dur… nefes al, yukarı, nefes ver, aşağı, dur… nefes al, yukarı, nefes ver, aşağı, dur… Yatak şişerken içi de şişti bir yandan. Kadının gelmesine bir saat kalmıştı. Görev bilinciyle işini tamamladı.

Yatak hava ile dolunca eline gelen ilk çarşafı çıkardı çekmeceden. Beyazdı. İki yastığa da yeni kılıflar geçirdi biri sarı biri yeşil. Bir de pike buldu dolaptan, renkli. Her şeyin hazır olduğunu düşündü. Kadın gelene kadar mesajlarını yanıtlamaya karar verdi.

Üç haftadır görüşmemişlerdi. Onu özlediğini söylemişti kadın geleceğini haber verirken hevesle. Bu hevesli özleme şaşırdı adam ama kendi içindeki hevessizliğe, özlemsizliğe şaşamayacak kadar kopuktu kendinden. Kendini ne kadına ne de kendine bağlayacak tek bir ip bile yoktu elinde ucundan tutacak…

Tam zamanında geldi kadın, üzerinde kırmızı bir elbise. Gözlerinde bir pırıltı ile baktı adama, sesinde bir melodi ile konuştu, teninde bir sıcaklıkla kucakladı. Donuk gözler, soluk sesler, soğuk temaslar buldu karışlığında.

Birlikte geçirdikleri zamanda defalarca yokuş aşağı indi kadın bileğine dolanmış bir aşkın bağı ile. Daha özgür, daha cesur, daha hafif, daha maceracı olmak istedi o bağı çözüp ucundan tutarak. Başaramadı. Her seferinde tekrar çıkardı kendini yokuş yukarı bir çaba ve umut ile. Yeniden denedi…

Uzun sessizlikler, cevapsız sorular, zorunlu sohbetler, şişme yatakta mekanik sevişmeler ile geçti zaman. Kadın umutlandı, denedi, hayal kırıklığı ile canı acıdı, pes etti, başa döndü… Defalarca tekrar etti bunu; umutlan, dene, can acısı, pesss, başa dön… umutlan, dene, can acısı, pesss, başa dön… umutlan, dene, can acısı, pesss, başa dön…

Geldiğinin üçüncü gününde her zaman yaptığı gibi kahvaltı hazırladı kadın. Bu sefer farklı olarak yatağa götürmek istedi, sürpriz yapmak adama. Tam yaklaşırken şişme yatağa ayağı bir terliğe takıldı, tökezledi kadın. Elindeki tepsi sallandı. Kendini toplayıp düzeltti tepsiyi ama tepsideki çayın bir kısmı yatağa sıçradı. Sanki çay üstüne sıçramış gibi bu sefer farklı bir sıcaklık hissetti kadın teninde, ortalığı kasıp kavurabilecek cinsten. Durdu ama sakinleyemedi. Yandı.

Adam kahvaltıdan sonra duşunu alırken, kadın lekeli çarşafı çıkardı şişme yataktan, yastık kılıfları ile birlikte bir köşeye attı. Çekmeceden bir çarşaf ve iki yastık kılıfı çıkardı hepsi bir örnek, mavi. Özenle geçirdi çarşafı, kılıfları yastıklara geçirip yastıkları yatağa yerleştirdi. Pikeyi serdi en üste. Elleriyle düzeltti uzun uzun.

Aynı özenle kırmızı elbisesini giydi sonra. Küpelerini taktı. Eşyalarını çantasına koydu. Geri dönüp odaya baktı. Şişme yatağa, pikeye, yerdeki kirli çamaşırların yanında duran kırmızı torbaya… Hepsine, her şeye tek tek veda etti. Adam hariç…

Kapının kapanma sesini duydu adam çıkarken banyodan. Odaya girdi. Şişme yatağa, dümdüz serilmiş pikeye, yerdeki kirli çamaşırlara ve yanlarında duran kırmızı torbaya takıldı gözleri sırayla. O sırada pencerenin önünden geçti kadın.

Kadın yokuş yukarı çıkarken bakakaldı adam arkasından. Hiçbir şey yapamadı. Kadının sonsuzluğa mı başka bir adama mı gittiğini bilemedi. Kaburgalarının altında, karnının üst kısmında sıkışmış bir çark takıldığı yerden kurtuldu, hareketlendi. Gözleri doldu, taştı. Yıllardır akıtamadığı tüm yaşlar akmaya başladı. İçindeki kilitler açıldı, düğümler çözüldü. En kötüsü kendine veremediğin hesap ya, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

……..

Zamanla, ne zaman tutacağını ne zaman ve nasıl bırakacağını bilmeye başladı adam. Öğrenmeye başladı koşmayı. Ve durmayı gerektiğinde. Göğsünü delip çıkacak çarpıntıdan ve sakinleyememekten hala korksa da yaşamaktan kaçmadı. Ve o kaçmayı bırakınca yeni ipler belirdi parmaklarının arasında. Arkadaşlar, fırsatlar, aşklar… Her seferinde biraz daha ısındı, her seferinde açıldı bir başka yanı daha. Taa ki çocukluğundaki gibi içinde bir balon uçana kadar…

* Bu yazının fonunda bir bahçe olsun, beyaz yuvarlak masası bir ağaç gölgesinde dinlenen. O masa ki mucizevi konuşmalar kadar huzurla paylaşılan sessizliklere de şahit… Kokusu kahve olsun bu yazının, taze çekilmiş. Sesini Madeleine Peyroux versin Between The Bars ile.

Parmak(lık)larımın arasından küçük bir kız uçsun elinde kırmızı balonu ile. Gökyüzünde dolaşırken bu yazıya ilham olan oğlan çocuğunu bulsun ve dudağının kıvrımına sıcacık bir öpücük kondursun. 

**Görüşlerini paylaşmak istersen  adresini kullanabilirsin.