İçeriğe geç

Koltuk

Kategori: 🖤

Eski bir İstanbul mahallesinde yer alan ahşap bir evin ilk katındayım. Biri beyaz biri pembe iki orkidenin süslediği pencerenin önüne karşılıklı konmuş iki koltuktan birinde oturuyorum. Bana ikram edilen kahveyi orkidelerin yanına koyuyorum. Beyaz bir porselen üzerine altın işlemelerle Kız Kulesi çizilmiş fincana. Sessizlikte duruyor ve arkama yaslanıyorum. Orkidelere bakıyorum. Nasıl bu kadar büyüdüklerini düşünüyorum. Sonra orkidelerin canlılığına tezat biçimde rengi solmuş, ahşapları dökülmeye başlamış olan karşıdaki eve dikiyorum bakışlarımı uzun uzun. Fincanı elime alıp bırakıyorum. Sessizlik devam ediyor.

Benim başlamam “lazım” konuşmaya. Bir terapi koltuğundayım çünkü ve ilk cevaplamam gereken soru hep aynı “Nasılsın?”. Nasıl olduğumu o kadar bilmiyorum ki o gün, bir türlü konuşmaya başlayamıyorum. Muhtemelen dışarıda bir dakika kadar süren sessizlik benim içimde saatler olarak buluyor karşılığını. Nasıl olduğumu söyleyemiyorum, çünkü bilmiyorum…

O sabah bir arkadaşım mesaj atmış, bir diğeri aramış ve aynı şeyi sormuşlardı. “Nasılsın?”… Dünyanın en basit ve bazen de en zor sorusu… Arayan “Dün iyi görmedim seni.” demişti. “Önünde bir sis perdesi var gibiydi. Endişelendim senin için.” Mesaj atan “Her zamanki ışıltın yoktu dün.” yazmıştı. “Merak ettim seni.” İkisine de aynı cevabı vermiştim. Bu günler çok yoğundu, hafta sonu da eğitimde olduğum için fiziksel olarak dinlenme ihtiyacındaydım, dinlenmeye hiç vaktim olmamıştı, bugün öğleden sonra dinlenip kendime gelecektim.

Bu hazır cevabımı terapide de veriyorum ve üzerimden bu “Nasılım?” yükünün kalkacağını düşünüyorum. Girişi yaptığıma göre artık devamı kolaylıkla gelir sanıyorum. Ama öyle olmuyor! Neden bu kadar yoğunolduğumdan açılan konu dönüp dolaşıyor, bu yoğunluk içinde nelerden kaçtığıma bağlanıyor. Terapistim bir şeyler söylüyor. Ben orkidelerle, yıkık dökük evle, fincandaki Kız Kulesi ile meşgul olmaya devam ediyorum. Bir süre sonra yine bir sessizliği bozmak için “Söylediklerinizi anlıyorum. Düşününce hak da veriyorum” diyorum. “Ama hiçbirinin içimde bir karşılığı yok. Bana değmiyor. Hissetmiyorum…” Konuşan ben değil gibiydim. O anda kendime, yıllardır içimi açtığım karşımdaki insana, orkidelere, sırdaşım olan o koltuğa bile yabancıyım. Arkadaşlarım haklılar. Bir sisin içindeyim, ışıltımı kaybetmişim çünkü kendimle bağlantımı kaybetmişim. Ruhsuz Bedenli Büyücü masalının büyücüsü gibi sadece bir zihin olarak duruyorum orada.

Bir noktada “öfkelisin” dediğini duyuyorum terapistimin. “Çok öfkeliyim hem de. Kim olsa öfkelenir.” diyorum öfkeden çok uzak bir ses tonu ile. Öfkeliyim biliyorum da bedenimin hiçbir yerinde yok öfke. Öfkemi hissederek değil düşünerek ifade ediyorum. Tanıdık sıkışıklığım, midemdeki yumruk yok. Sadece kalbimde bir taş var. Buz gibi bir taş… Tüm duygularım bir baraj gölünde birikmiş barajın ağzı da koca bir taşla kapatılmış gibi. O taşı kaldıramıyorum.

“Öfkelisin çünkü üzgünsün…” diyor sonra. Bir an kalbimdeki taş hareket ediyor, baraj gölüne doğru bir alan açılıyor, korkuyorum. Sanki o taşı kaldırsam o kadar çok duygu çıkacak ki içinden, su o kadar şiddetli akacak ki baş edemeyeceğim. Taş orada kalsın istiyorum. Tam taşı yeniden yerleştirmeye çalışırken bir cümle parçası daha duyuyorum “kalbin çok kırılmış…” Parçalar birleşiyor “öfkelenmişsin…üzülmüşsün…kalbin çok kırılmış…”, taş daha fazla dayanamıyor, kapak kalkıyor, içimden duygular, gözümden yaşlar akıyor.

Sessizlikte duruyor ve arkama yaslanıyorum. Koltuk beni şefkatle kucaklıyor. Bedenim ısınıyor, içimdeki canlı hayat duygularımla yeniden beslenmeye başlıyor. Evet öfkeliyim, evet üzgünüm, evet kalbim kırık…

Kalbini açamayanlara, duygularını baraj göllerine kapatanlara, içlerindeki hayatın canlılığı ile yüzleşmeye korkanlara çok şefkat duyuyorum bu günlerde. Onları çok ama çok iyi anlıyorum. Akıl vermek ye da ne yapacaklarını söylemek istemiyorum. Sadece onları kabul etmeye çalışıyorum onların da kendilerini kabul etmelerini dileyerek. Kalplerindeki taşları kaldırıp tüm suyu bir anda serbest bırakamasalar bile en azından bir parça sızmasına izin vermelerini ümit ederek…

Eski bir İstanbul mahallesinde yer alan koca bir apartmanın onuncu katındayım tam şu anda. Güzelim çam ağaçlarına bakan pencerenin önünde bir koltukta oturuyorum. Kendime hazırladığım kahvemin çok sevdiğim fincanında kuyruğunun ucu kalem olan siyah bir kedi var. Oğlum bana rengarenk bir kalp yapmış boncuklardan. Bu yazıyı yazarken zaman zaman ağaçlara, fincandaki kara kediye ve o rengarenk kalbe bakıyorum.

Sessizlikte duruyor ve arkama yaslanıyorum. Kendime soruyorum “Nasılım?”… Evet bazen öfkeliyim, bazen üzgünüm, bazen kalbim kırık ama tam şu anda çok huzurluyum, hevesliyim, umutluyum, mutluyum. Koltuk beni şefkatle kucaklıyor. Ben de tüm duygularımı. İçimdeki canlı hayat andan ana değişerek akıyor. Şükrediyorum….

Çünkü ışıldıyorum, çünkü yaşıyorum…

İzlenesi: American Beauty

Dinlenesi: Birsen Tezer – Kusura Bakma

Bakılası: Elena Odriozola – İspanyol Çizer (Metnin içerisindeki çizimlerin yaratıcısı)

2 Yorum

  1. Firuzan
    Firuzan

    Insan olma hallerine ne incelikli hüzünlü, umutlu, ve sevgiyle dokunuşlar. Eline yüreğine sağlık

    Şubat 8, 2018
    |Cevapla
    • imgekiner
      imgekiner

      Çok teşekkür ediyorum Firuzan güzel sözlerin için 💜

      Şubat 8, 2018
      |Cevapla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir